Neden Ünlü Besteciler Hep Erkek? Kadın Besteciler ve Müzik Tarihi
- Didem Ülkü Demirci
- 2 Ağu
- 6 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 29 Ağu

Mozart, Beethoven, Bach, Chopin, Tchaikovsky… Klasik müzik tarihine dair bir liste yapmaya kalksanız, isimlerin neredeyse tamamı erkek olur. Peki bu tesadüf mü?
Hayır. Bu, tarihin sesi kime verdiğini, kimin sesini kıstığını gösteren çok güçlü bir örnek. Bu yazımızda tarih sahnesinde kadınların müziğinin yerini, daha doğrusu gizlendiği yeri inceleyeceğiz.
Takvimler 1805 yılını gösterdiğinde Almanya’nın Hamburg kentinde, zengin, entelektüel bir ailenin tatlı bir kızı oldu. Bu ailenin adı, daha sonraları müzik dünyasında çok önemli bir yer edinecekti çünkü ailenin oğlu, Felix Mendelssohn’dü. Fakat ailenin hesaba katmadığı bir şey vardı, kızları Fanny.
Fanny, küçük yaşlardan itibaren olağanüstü bir müzikal yetenek göstermişti. 13 yaşına geldiğinde Bach’ın “Das Wohltemperierte Klavier” (İyi Düzenlenmiş Klavye) isimli eserini ezbere çalabiliyordu. Bu, o dönem için öyle müthiş bir başarıydı ki ailesi onun müzikal yeteneğini inkar edemedi. Fakat her şeyin bir sınırı vardı. Fanny ile benzer bir yeteneğe sahip olan kardeşi Felix, yeteneği keşfedilir keşfedilmez hemen konservatuvara gönderildi, en iyi hocalardan ders aldı. Bu sırada Fanny de evde özel mürebbiyelerden ders alıyordu fakat yeteneğini “bir hanımefendiye yakışacak kadar” geliştirmesine izin veriliyordu. Fanny, bir müzisyenden ziyade genç bir kadındı ve müzik onun için yalnızca bir süs eşyası, bir mücevher olarak kalmalıydı, fazlası değil. Babası Abraham Mendelssohn’un 1820 tarihinde kızına yazdığı mektubunda şöyle bir ifade görüyoruz:
“Müzik belki Felix için bir meslek olabilir; ama senin için yalnızca bir süs olmalı, asla varlığının ve yapacaklarının temeli olmamalı.”
Benzer şekilde Felix’in de 1837 senesinde annelerine yazdığı bir mektup şöyle diyor:
“Fanny’de ne yazarlığa eğilim ne de bu konuda bir tutku görüyorum. O, bir kadının olması gerken her şey. O; evini yönettiği, kendisini ailesine adayan biri. Eserlerini yayımlaması sadece bu görevleri böler ve ben buna onay veremem.”
Çevresi, Fanny’nin müzik ile olan ilişkisinin kaderine kati suretle karar vermişti fakat Fanny onlarla aynı kararda değildi. Bağırıp çağırmadı, bunun yerine yeteneğini gizlemeyi, bastırmayı öğrendi. Ama içinde bir yer hala beste yapma aşkıyla yanıp tutuşuyordu. Kendi odasında, o derin sessizlik içinde 460’tan fazla eser yazdı Bu eserlerden bazıları kardeşi Felix tarafından yayımlanmaya gerçekten layık görüldü, Fanny’nin adı hiç geçirilmeden. Durumun abesliğinin ikisi de farkındaydı. Fanny yine sessiz kaldı ama günlükleri ve mektuplarına yansıyan satırlarda belli bir kırgınlık ve yorgunluk vardı.
“Birinin eseriyle ilgili hiç kimse düşüncesini belirtmezse ya da en ufak bir ilgi göstermezse sadece onlardaki zevki değil, onların kıymetini değerlendirme gücünü de yitiriyorsun,” demişti Fanny günlüğünde. Seneler bu şekilde akıp geçiyordu. Nihayet sene 1846’ya vardığında, ilk defa bir eserini kendi adıyla yayımlayacaktı. Bu sırada 41 yaşındaydı, bir erkekle evlenmişti ama şans eseri bu erkek müziğe saygı duyan bir ressam olan Wilhelm Hensel’di. Kardeşi Felix’e kıyasla Hensel onun beste yapmasını destekledi, Fanny’nin ilk resmi yayını “Op. 1-Şarkılar” oldu ve yayımlanır yayımlanmaz büyük bir ilgi topladı. Ancak bu başarı uzun sürmeyecekti.
Fanny, bir yıl sonra, 1847’de bir prova sırasında beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetti. Bu sırada henüz 42 yaşındaydı. Kardeşi Felix bu ölümle sarsılmıştı.Fanny’nin ardından bir keman-piyano sonatı besteledi ve birkaç ay sonra, ablasının ölümünden yalnızca 6 ay sonra o da hayatını kaybetti. O dönem müzik dünyası iki önemli yeteneğini birden kaybetmişti fakat bariz şekilde yalnızca biri gerçekten anıldı. Fanny’nin müzikleri, ölümünden yıllar sonra yeniden keşfedildi. El yazmaları, mektupları, notaları araştırmacıların ilgisini çekti. Ve bugün artık birçok konser salonunda onun eserleri seslendiriliyor. Ama bu görünürlük, onun yaşadığı çağda ona sunulmadı.
Fanny’nin hikayesi bu alanda verilebilecek tek örnek değil. Clara Schumann, Lili Boulanger, Amy Beach, Hildegard Von Bingen ve daha sayamadığım onlarca, adını şimdi dahi bilmediğimiz binlercesi var. Hikayemiz az çok sorulara cevap niteliğinde oldu ama biz yine soralım, neden tarihteki ünlü besteciler hep erkeklerden çıkmış?
1- Eğitime Erişim Engeli:
Geçmişte kadınların müzik eğitimi alması, özellikle beste yapacak düzeyde ileri seviyelere gelmeleri çok sınırlıydı. Birçok kadın eğer müziğe ilgi duydukları keşfedilirse “ev içi” enstrümanlara yönlendiriliyordu. Özellikle orta ve üst sınıf kadınların “zariflik eğitimi’nin” bir parçası olan piyano, kadınsı, narin bir çalgı olarak görülen arp, sadece salon konserlerinde ya da aile içi eğlencelerde söylenmek üzere şan, sakin ve kadına yakışan sayılan flüt bu ev içi enstrümanlarına örnek olarak verilebilir. Ama örneğin vurmalı çarlgılar, tromper trombon gibi nefesliler erkeksi ve gösterişli sayıldığı için kadınlara uygun görülmüyordu. Kontrbas gibi büyük enstrümanlar ise hem fiziksel olarak uygunsuz hem de kolayca taşınamaz bulundukları için kadına yakıştırılmıyordu. Fanny’nin başlangıçta piyano yerine vurmalı bir çalgıya ilgi duyduğunu farz edelim, muhtemelen anında o aletten uzaklaştırılacak, ne kadar kaba göründüğü ve bu yaptığının genç bir hanım için ne kadar uygunsuz olduğu söylenilerek ilgisinden soğutulmaya çalışılacaktı. Fakat bu çalgılara da erişim verilseydi, belki şimdi elimizde olandan çok daha fazla eserle, çok daha büyük bir besteci olarak karşımıza çıkabilirdi.
2-Toplumsal Cinsiyet Rolleri:
Tarih boyunca, özellikle Batı toplumlarında, kadınların sosyal rollerine dair çok katı beklentiler vardı. Kadınlardan beklenen temel şey, “iyi bir hanımefendi” olmak, yani evde kalarak ailesine bakmak, zarif ve ölçülü davranmak, “güzel görünmek” ve “sessiz kalmak”tı. Okullarda erkek öğrenciler müzik, resim, tıp gibi alanlarda ihtisas yapabilirken kadın öğrenciler için ev ekonomisi, sofra adabı gibi dersler veriliyordu. Kadınlara yüklenen bu rol, kadının hem toplumsal hem de kültürel anlamda kendini sınırlamasına neden oldu.
Müzik ise bu toplumlarda, özellikle yüksek sınıflarda, kadınlar için bir süs eşyası, bir hobi veya sosyalleşme aracı olarak görüldü. Evde piyano çalmak, koro söylemek, zarif şarkılar seslendirmek “kadınsı” ve uygun bir uğraş sayıldı. Ancak bu, kadının müzikte sınırlandırılması anlamına geliyordu. Kadınların toplum önünde görülmesi, özellikle sanat alanında aktif olması aşırı dışa dönüklük olarak algılanırdı. Kadın mahremdi, gizli ve mahrem alanda kalmalı, kamusal alanda yer almamalıydı. Ayrıca yaratıcı üretim “erkek işi” sayılıyordu. Kadınların fikir üretmesi ya da yeteneklerini profesyonel olarak kullanması demek, erkeklerin egemenlik kurdukları alanlarda tahtlarının sarsılması anlamına geliyordu. Ayrıca profesyonel müzik yapmak demek, ekonomik olarak da bağımsızlık kazanmak demekti ki bu, dönemin ataerkil düzeniyle taban tabana ters düşüyordu.
Ayrıca, özellikle 18. ve 19. yüzyıllarda kadınların sahnede ya da halk arasında görünmesi doğrudan namus kavramıyla bağdaştırılırdı. Müzik ve dans da insan beğenisine hitap ettiğinden, bir kadının bunları doğrudan beğeniye sunması da namussuzluk olarak adlandırılabiliyordu. Bir kadın ne kadar “saf ve masum” kalırsa o kadar saygın sayılırdı. Müzikle sahne almak ya da besteci olarak tanınmak bu algıya ters düşebilirdi. Bu nedenle eğer bir kadın iyi bir iş ortaya koymuşsa bu işi babası, kocası ya da erkek kardeşlerinin ismi üstlenirdi, doğal olarak alkışı da onlar alırdı.
3-Kurumsal Güç Eksikliği:
Tarihe damga vuran bestecilere baktığımızda, onların sadece yetenekli olmaları değil, aynı zamanda güçlü yapılar tarafından desteklenmeleri sayesinde bugün hâlâ adlarını bildiğimizi fark ederiz. Mozart, Haydn, Beethoven, Bach gibi isimler sadece büyük besteciler değillerdi; aynı zamanda dönemlerinin iktidarları tarafından himaye edilen, maaşa bağlanan ve eserleri için maddi-manevi destek alan kişilerdi. Saray müzisyenliği, kilise orgculuğu, kraliyet konserleri gibi erkeklere açık meslekler sayesinde eserlerini düzenli olarak yazma, seslendirme ve yayma imkânı buldular. Ayrıca eserlerinin notaya dökülüp basılması, arşivlenmesi, kütüphanelere girmesi gibi imkânlara da sahip oldular. Bu da onların “tarihe yazılmasını” sağladı. Fakat kadınlar için bu yapılar ya kapalıydı ya da görünmezdi. Kadınların saray görevlisi, kilise orgcusu ya da üniversite akademisyeni olmaları o dönemde söz konusu değildi. Resmi görev alamıyorlardı, düzenli bir maaş ya da sipariş sistemiyle desteklenmediler. Yazılan bestelerin orkestra ile icra edilmesi, basılması, dağıtılması için gerekli tüm yapılar onlara sırt çevirmişti. O dönemlerde nota basımı, çok maliyetli ve özel bağlantılar gerekitren bir işti. Kadın besteciler genelde bu bağlantılara sahip olamıyordu. Dolayısıyla notası basılmayan eser çalınamıyor, çalınmayan eser duyulmuyor, duyulmayan besteci de tarihe geçmiyordu.
4- “Önemsiz” Tür:
Kurumsal destek göremeyen kadınlar, eserlerini ya yalnız başlarına ya da ev konserlerinde çalabilecek şekilde yazmak zorunda kaldılar. Bu yüzden büyük orkestra eserleri ya da operalar değil; daha çok şarkılar, piyano parçaları ve oda müzikleri üretildi, çünkü ancak bu formatlar evde çalınabiliyordu. Ama bu da erkek egemen müzik tarihçiliği tarafından “küçük formlar”, “önemsiz türler” olarak yaftalandı. Bu durum kadın besteciler için çifte görünmezlik yaratıyordu: Kadın oldukları için orkestra müziğine erişim sağlayamıyor, bu nedenle orkestra müziği besteleyemiyorlardı. Evde besteleyebildikleri müzikler de önemsiz sayıldığı için ciddiye alınmıyordu.
Bugün “Neden tarihte neredeyse hiç ünlü kadın besteci yok?” diye sorduğumuzda, aslında cevabı kadınların yeteneksizliğinde değil, tarihin onları bastırmakta ne kadar başarılı olduğunda buluruz. Kadınlar müzik yapmadıkları için değil; müzik yaptıklarında duyulmadıkları, görülemedikleri, isimlerinin hatırlanmasına izin verilmediği için yoklar. O isimlerin bir çoğu evde çalınan bir piyano kapağının içinde, bir mektubun kenarında ya da erkek bir kardeşin gölgesinde kalmış olabilir. Ama bu, o kadınların var olmadığı anlamına gelmez. Onlar vardı, yazdılar, bestelediler, anlattılar. Müzik tarihi yazıldı fakat eksik yazıldı. Bu kadınlar eğer o dönemlerde susturulmasaydı günümüzde ne gibi olağanüstü eserlere rastlayacağımızı düşünmek, açıkçası üzücü. Fakat bugün, bu yeteneklere kucak açmak da bizim elimizde.




Yorumlar